ele veriyor sesinizi aklınızdan geçenler!
AKP’lilerin ve fethullahçıların izniyle ( ve imzalarıyla… demiyorum!) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu Nazım!
AKP’liler, fethullahçılar, komik şahıslar. Atalarının yaptıklarını yıkıyorlar! Yıkıyorlar ama yıkanmadan yıkıyorlar! Susuz yıkıyorlar… Teyemmüm…
Pislik, bâkî kalıyor!
Gerçi temizlik imandan gelir ama imanın nereden geldiği belli mi? Kiminin imanı ABD’den geliyor, kiminin AB’den; arabistandan geliyor kiminin, kiminin İsrail’den imanının yüksekliği!
Takva denilen bir olgu vardı, eskiden. Şimdi pazarda memleketi satarcasına, haraç mezat, takva satıyor AKP’liler, fethullahçılar!
Takva, İslâm’a inananlara göre: Allah ile kul arasına kimsenin giremeyeceği, kişinin “Allah’ı ile hemhâl olma durumu”nun sadece ve yalnızca Allah tarafından bilinebileceği görüşü.
Uhud Savaşı’nda olan bir olay da örnek olarak verilir.
Vâkıa şudur: Uhud Savaşı devam ederken müslüman askerin karşındaki kişi kelime-i şehadet getirir. Ancak, karşısındakinin ölmemek için müslüman olduğunu düşünen asker, adamı öldürür. Durumu gören peygamber adamı niçin öldürdüğünü sorar. “Ölmemek için müslüman olmuştu, ondan öldürdüm.” yanıtını alınca da “sen onun kalbinde misin, nereden bileceksin?” diye söyler.
Buradan çıkan sonuçlar nelerdir?
Allah’ın Elçisi, “birlikte savaştığı insanların daha niçin savaştıklarını bilmediklerini” görmemiş olabilir mi?
Görmemiş olsa “Veda Hutbesi’nde arabın arap olmayana üstünlüğü yoktur!” diye seslenmezdi herhalde! ( Gerçi, Kur’an-ı Kerim, 10- 2’ de meâlen: “ Biz onu Arabî (dil ve kültür itibari ile Arab’a has) bir hitâbe olarak indirdik.” denilmekte. Buradan İslâm’ın sadece Araplara gönderildiğini anlamak da mümkün. Neyse… Ben, fakih değilim. Haddimi bilirim...)
Ama gel de bunu fethullahçılara ( AKP’lilere) anlat… Ben birkaç kere denedim. Deveyi arayıp bulmak, sonra da hendek atlatmak, çok daha kolay.
Burada, insani bir yan var mıdır, açıkçası – en azından benim görüştüklerimde- ben göremedim. Kişi inanıyordur ama bilmeden inanıyordur. Gerçeklerden çok birilerinin şahsi menfaatleri doğrultusunda uydurduğu “hadisler” toplumu inşa etmede kullanılır. Konuştuklarımda inşaya uymamak, gözlerinde ve düşüncelerinde katle ferman! “Onlar gibi” olmak zorundasın! “Gibi” olmak zorundasın… Kendin olmak, yani, eşref-i mahlûkat olmak, “gibi” olmanın önündeki engeldir. “İnsan olmak” da bu engeli aşmakla mümkün… Aleviler ve mutasavvıflar “insan-ı kâmil” derler bu duruma. Budistlerdeki “nirvana’ya varmak” kavramıyla benzer biçimde!
Bizim daha çok bildiğimiz sözcükle de derviş… Derviş, farsça bir sözcük. Devr sözcüğünden türetilmiş. Devr, kapı; “derviş, kapının eşiği” demek.
Yani, “insan-ı kâmil” olmaya “aday” olmak durumudur derviş olma hâli… Belki, batı anlamıyla olarak, “nihilist” denilebilir, ancak tam olarak değildir. Derviş, nihilizmin çok ötesinde ve üzerinde bir kavram/anlam. Nihilizm, “hiç olma durumu”nu tam olarak kavrayamıyor… AKP’lilerin ve fethullahçıların “insan-ı kâmil” olma durumunu kavrayamamalarına benzer biçimde!
Boşuna mı öldürüldü Hayyam? Şeriat, tarikat, marifet… Mağfiret yaptığım falan da yok! Anlayana…
Demem o ki: Zaten Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı Nazım… Yaptıkları, Nazım’ı sevdiklerini göstermez!
Çorum, sadece leblebileriyle gelmiyor aklımıza… Maraş, kahramanlığını yitirdi… Ortada!
Sivas’ın dumanı tütüyor hâlâ!
“…Nazım Hikmet
vatan hainliğine devam ediyor, hâlâ!”
Şüphesi mi vardı Nazım’ın “dört nala gelip uzak asyadan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket…”ten?
Sahibi, bizatihi kuvva-i milliye olan bu ülkenin sahiplerindendir Nazım! Ne AKP’lilere benzer yani, ne de fethullahçılara! “Sonuna kadar iman, sonuna kadar insan” olarak kendini tanımlayan biri ile; yani, “insan-ı kâmil” ile aynı olabilir mi hiç AKP’liler, fethullahçılar?
Ne hadlerine! diyeceğim ama, kalplerini bilmiyorum ki! Kafalarından geçeni biliyorum!
Çünkü,
“ ele veriyor sesinizi aklınızdan geçenler!”
Bilinmeyen kelimeler (yazıda yer alış sırasına göre):
AKP:
Amerikanın Köpekleri Partisi. “Ülkemizde liberal” geçinen, gerçekte ise ne olduklarını kendileri tarafından bile dillendirmeyenlerce oluşturulan siyasi örgüt. “Kökü, dışarda…*”
Ananıza Küfredenlerin Partisi. Genel başkanı tarafından bir konuşmada “ananı da al git!” denilerek kurulan çok muhafazakâr ve bir o kadar da çok maneviyatçı siyasal örgüt. Tesadüfe bakın: “Kökü”, “dışarıda.”
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kısaltılması Akparti’dir. Kurucusu, Cüneyt Zapsu ( Bir avuç fındık, iyi “gelir”; BİM ve son zamanlarda sağlık reformu ile kurulacak olan eczaneler zincirinin sahiplerinden ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ortaklarından biri olur kendileri), Dengir Mir Melik Fırat ( Mir, farsça bey, ağa demektir. Soros’u Litvanya’da dolandırmış ve bunun sonucu olarak Türkiye milyarlarca dolar tazminat ödemiştir… Kemâl Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıkana kadar örgütlenmeden sorumlu başkan yardımcısı idi, şimdi ve sadece şimdilik millete vekil.), Abdullah Gül ( O şimdi reis-i cumhuridir…) Recep Tayyip Erdoğan ( O da şimdi Heyet-i Nazıriyye’nin seri’dir…) Amman karıştırılmasın…(!) Malûm: ER ya da GEç KONabilir… Kökü hakkında da bir şey yazmış değilim, ayrıca…
fethullahçılar: İngiliz ajanı ( aynı zamanda da Teşkilât-ı Mahsusa üyesi) Saidi Kûrdî (sonradan Nûrs Köyü’nde doğduğu rivayeti ile Nûrsî oldu.) etrafında şekillendirilen yapılanma. Yapılanma, Amerikanya eliyle Manisa’da camilere girip çıkan biri olan Fethullah Gülen’e teslim edilir. Işıkçılar, Nurcular olarak bilinirler. Sabetayistlerle ( Mustafa 3 zamanında Yahudilikten dönen Sabetay Sevi’ye inanarak müslüman olanlara verilen ad. Gerçekte Yahudi oldukları halde Müslüman “gibi” davranırlar. Sebetay Sevi, Müslüman olmayı seçmek zorunda kaldıktan sonra Mustafa Şemsi Efendi adını alır. Mustafa, peygambere atfen. Şems, Arapça güneş demektir. Türkçe okursak: “Peygamber aydınlığının efendisi” olur kendileri… ) ilişkilendirilirler. Fethullah Gülen halen “sağlık nedenlerinden dolayı” ABD’de yaşıyor. Tesadüfe bakın, “kendi de dışarıda!” Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasına rağmen, “Sağlık nedenlerinden dolayı”, Türkiye’ye giremiyor. Nazım’ı vatandaşlığa avdet ettirenler Fethullah Gülen’e ne etmezler?...
Fethullah Gülen, Erzurum doğumludur.
Teyemmüm: Su bulunmadığı durumlarda “manen” temizlenmek için yapılır. ( Temizlik, imandan gelir…) (bkz, Kur’an-ı Kerim, 4 – 43, 5 – 6)
Bâkî: ( A ) 1. kalıcı, ölümsüz. 2. artan, geri kalan. Allah’ın adlarından ve sıfatlarından.
İman: ( A ) inanma
Takva: ( A ) haramdan kaçınma
Hemhâl olmak: iç içe geçmek, “bütün”leşmek. Tasavvufta “en el hakk” kavramı vardır. Yaratıcı kendi nefesinden hayat verdiğinden, der tasavvufi düşünce, görünen ve görünmeyen her şey Allah’tandır. Allah’tır! Burada bir ayrıntı var. Ayrıntı, şu: kendi nefesinden üflediği için, görünen ve görünmeyen her şey Allah’ın zuhûr etmiş ( ortaya çıkmış, görünen, Arapça.) hâlidir… Yoksa, yontuya, şekle şemâile ibaret bir “tapınma”, “şeklen inanma ve ibadet” mevzûu bahis dahi edilemez… Yunus Emre’den söylersek: “…yaratılanı sevdik, Yaratan’dan ötürü…”
Uhûd Savaşı: İslâm’ın kuruluşu sırasında meydana gelen ve peygamberin de katıldığı dört savaştan biri. Bu savaştan sonra içki Müslümanlara haram kılınmıştır. Müslüman orduların yenildiği ilk savaş. ( Neden yenildiler acaba?) ( Merak edenler: 3- 120, 129; 140, 144; 152, 154; 162; 165, 166; 168; 172’ye bakabilirler. Okumak isteyip de bilmeyenler için: Rakamlara arasında çizgi var. Şöyle okumak gerek: 3 numaralı sûrenin 120. ayetinden başlayarak, 129. ayetinin sonuna değin… Numara ile 3 olan sûre Âli İmrân Sûresi’dir. Yani, Âli İmrân Sûresi’nde, 120’den 129 sonuna kadar… ve ilh.)
Vâkıa: ( A ) 1. olay 2. gerçek
Peygamber: ( A.) Peygam, “haber”den gelir. Peygamber, haberci. Haber veren.
Hadîs: (A.) Peygamber sözü. Buradan hareketle, peygamberin söz ve davranışlarının tümü…
Eşref-i Mahlûkat: yaratılanların en şereflisi. Mahlûk: ( A ) yaratık. Tasavvufta insan.
Mutasavvıf: ( A – F ) tasavvuf ehli. Sûfi.
İnsan-ı Kâmil: Kâmil: ( A ) 1. tam 2. olgun 3. bilgili. Yunus Emre’nin söyleyişiyle: “…hamdık, piştik elhamdülillah!”
Nirvana’ya varmak: Kişiyi aşırı istek, acı ve kederden kurtaran bir durumdur. Onun “hakikati” doğum ve ölüm alanını da aşar. Bu durumda Nirvana; karma ve tenâsuh çemberinden, kısacası doğum ve ölümden kurtulmayı ifade eder. "Sönmek, yok olmak" anlamına gelen bu kelime, gerçekte Buda felsefesinde günahsızlığın ve isteksizliğin verdiği akıl rahatlığı anlamında kullanılır.
Derviş: Farsça devr, kapı sözcüğünden gelir. Kapının (dışındaki) eşiği, anlamına. Şeriat, tarikat, marifet kapılarından geçerek insan-ı kâmil olmak adayı. Yaşamlarında maddi olarak beklentileri yoktur. Kendilerini İnsan-ı kâmil olma yoluna adamışlardır. ilim ve irfan ehlidirler. Yunus Emre’nin sözleriyle: “ …dört kitabın manası / budur eğer var ise”…
Nihilizm: Felsefede hiççilik. Kendini bir “hiç” olarak görüp “yüceye hemhâl olma” görüşü.
Şeriat: ( A ) 1.din hükümleri 2. doğru yol ( Demirel’in başkanlığını yaptığı ve kurduğu parti de en çok imam hatip lisesini açan partiydi. Ben de “neden?” diye düşünüyordum…!) Burada bir ek bilgi: Eğer sonuna gayın harfini almazsa, şer, Arapçada, kötülük anlamına geliyor. Yani, Şer’i at! dersek, kötülüğü at; kötülüğü dışla da demiş oluyoruz. Sona gelen bir gayın harfinin ettiklerine bakın… Biz ise hâlâ başörtüsü mü türban mı diye uğraşıyoruz. Uğraştırıldığımız “şey”e bakın hele…
Tarikat: (A. Tarîk’ten) 1. yol 2.yöntem 3. meslek 4. tarikat
Marifet: ( A ) 1. bilme. 2. ustalık. 3. beceri
Mağfiret: ( A ) yargılama
Teşkilât-ı Mahsusa: İttihat ve Terakkî Cemiyeti tarafından kurulan ve İttihadi Terakkî Merkez-i Umumisi’ne bağlı yapılanma. Milli İstihbarat Teşkilâtı, Teşkilât-ı Mahsusa’nın devamı olduğu iddiasındadır. Ancak, iki oluşum arasındaki düşünsel fark, yapılanma biçimi ve uyguladıkları yöntemleri birbirine zıttır. Şöyle ki: İttihad, Arapça, birlik demek. Terakkî, yine Arapça, yücelmek, ilerlemek, demek. Yani, bir “Osmanlı” olan yapı, tüm unsurlarıyla “birlikte” ilerlemek istemektedir. Nitekim İttihat Terakkî, başa geçtikten sonra Arnavutların ayrılarak bir yeni devlet kurmaları İttihatçılarda şok etkisi yaratmış, bunun sonucu olarak da Osmanlı ile birlikte “müslüman” ve “Türkçü” düşünceleri de geliştirmek zorunda kalmışlardır. Doktor Rıza Nûr ile “Diyarbekirli Ziyâ” ( soyadı kanunundan sonra, Gökalp) arasındaki düşünsel farklılık bunun sonucudur. Teşkilât-ı Mahsusa, “özel yapılandırma” ya da “özel yapılanma” olarak çevrilebilir. Sultan Galiyefçi Türkçüler ve İkbâlci İttihad-ı İslâmcılar tarafından oluşturulmuştur. Adı geçen isimleri duymuş olanların “keskel alâka?” dediğini duyar gibiyim. Alâka şu: Sultan Galiyef, görüşleriyle sadece komünist Rusları değil, çok daha fazlasıyla Türkleri ve Müslümanları etkilemiş bir devrimci düşün ve eylem insanıdır. İkbâl ise, Müslüman Hindistan’da (bugünkü adıyla Pakistan’da) doğmuş olan bir Türktür. Müs-kom olarak dile gelen “Müslüman Komünistler” düşüncesini geliştirmiş ve yerleştirmiş bir isimdir ve her iki isim de “Doğu Halkları Kurultayı’nın fikrîni ortaya koymuş ve yapılanmayı oluşturmuş insanlardır. Türkiye ile Pakistan arasındaki dostluk, Kenan Evren’in Pakistan’daki karşılığı olan Ziya ül Hak’tan gelmez yani, bu böyle biline… Ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan yapılan savaşta Mustafa Kemâl önderliğindeki yapıyı ekonomik ve askeri olarak değil sadece, manen de “Bolşevik Rusya” desteklemiştir. ( Bu öylesine bir destektir ki: “ Genel taarruz hazırlıkları döneminde, ordunun savaş durumunda bulunduğu bir sırada Mustafa Kemal, S.İ. Aralov'u, Askeri Ateşe Zvonarev ve Sovyet Azerbaycan Elçisi İ. Abilov'u cepheyi gezmeye çağırdı. Sovyet temsilcileri seyyar ordunun çeşitli birliklerini ziyaret ettiler ve bazı cephe gerisi ordu kuruluşlarını gezdiler.” (KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA TÜRKİYE-SOVYETLER BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ Cumhuriyet Gazetesi Kitapları. )Yoldaş Aralov’un nasıl biri olduğunu merak eden varsa: Taksim’de bulunan ve cumhuriyeti temsil eden heykelde, ayakta duran üç yüksek rütbeli askerden biridir… Birini mutlaka tanıyorsunuzdur. ) Bu desteğin, her bir unsuru Teşkilât-ı Mahsusa tarafından taşınmış, aktarılmıştır. Yani, Teşkilât-ı Mahsusa devrimci, ilerici ve antiemperyalisttir. “Halkının ve tüm sömürülen halkların özgürlüğü için” savaşır. Milli İstihbarat Teşkilâtı çalışanları ise maaşlarını ABD’den alır. Bu durum, 1948 yılından bu yana devam etmektedir, üstelik… Yani, MİT eğer Teşkilât-ı Mahsusa’nın devamı ise; o zaman Teşkilât-ı Mahsusa devrimci, ilerici, antiemperyalist görüşünden çark etmiş, tam tersi bir görüş edinmiştir, demek olur. İki oluşum arasındaki düşünsel, eylemsel ve yapılanma bu denli karşıttır. Eğer yaşasaydı Kuşçubaşı Eşref, MİT oluşamazdı. Duruma vakıf olanlar ne dediğimi anladı. Olmayanlar, ancak konu hakkında bilgilenmek isteyenler ilk olarak Soner Yalçın’ın Bay Pipo’sunu okuyarak başlayabilirler. İncelemesi gereken kitapları buradan öğrenebilirler. MİT içinde oluşan fethullahçı yapıyı daha iyi anlamak isteyen Uğur Mumcu’nun Köstebek; ülkemizdeki devlet yapısı ve “devleti yönetenlerin yapısı” nasıl değiştirilir? sorusuna yanıt arayan olursa: Abdi İpekçi’nin 1960 ihtilâlini anlattığı İhtilâlin İç Yüzü (2 cilt) isimli kitapla başlayabilirler. Konuyu daha da dallandırmak isteyenlere Necip Hablemitoğlu adını vereyim. Oktay Kabacalı’nın kitaplarını da unutmamak gerek. Bir de “mutad zevat” var… Bu da ders konusu olsun! Bu konuyu bilenler ve öğrenenlere ikinci soru: Mutad zevatın bırakın tamamını içlerinden biri yaşasaydı MAH yapılanmasının nasıl olacağı üzerine olsun…
Kuvva-i Milliye: Ulusal güçler anlamına. Devlet-i Âli Osman’ın son döneminde halkın yaşamını sürdürebilmesi için oluşturulan, başta çok fazla başlı; süreçte ise devrimci, ilerici, antiemperyalist ordu. Silahlarını teslim etmemiş son Osmanlı kuvvetlerinden, Kuvva-i Seyyare’den ve yeni alınan askerlerden oluşan düzenli ordu ve bu ordunun fikrî yapısını anlatır. Halkın tümünü kapsadığından özgürlükçü halkın ordusudur.
*Kökü dışarıda: 12 Eylül 1980 Amerika yanlısı (demek ne demek! Amerika emri ile ve hatta “NATO” Türkiye’de “tatbikatta” iken ve 3500 US Army Eskişehir, İzmir, Konya, İstanbul ve Ankara’da konuşlanmış iken ve sanki diğer “müdahaleleri” ABD yaptırmamış gibi… 1960 neden 27 Mayıs’ta ve alel acele oldu? Bu durumun Menderes’in 3 Haziranda Rusya’ya gideceği ve Rusya ile “ekonomik ve siyasi işbirliği anlaşması” imza etmesiyle bir ilişkisi olabilir mi? Az biraz siyasete bulaşanların dumura uğradığını biliyorum. İlk öğrendiğim zaman ben ne hale geldiysem, şimdi, siz o haldesiniz…) darbeyi gerçekleştiren Kenan Evren’in aydınlık, çağdaş, tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye özleminde olan “solcu” gençleri tanımlarken kullandığı “anarşit bunlar”, “asmayalım da besleyelim mi?” biçimli vecize dolu sözcüklerinden biri.
74, 75 doğumlu olanların bile anımsayabileceklerini sanmıyorum; ancak “insan olmaya yetecek kadar beyni olan” 1973 ve öncesi doğumlular anımsayacaklardır: Kenan Paşa, memleketin bir yerinde ve mutlaka bir “tatbikatta” iken yaptığı konuşmaları ( radyoda dinler, (Özal daha başımıza musallat edilmediğinden… “Pardon!” Getirilmediğinden, mecburen, mecburiyetten…) siyah beyaz tv ekranından izlerdik) sırasında, mutlaka, ayet ve hadis öğreterek halkını nasıl da “ay"d"ın”latırdı… Benim “necip” m/illetim de bu zihniyetin anayasasını %98 oy oranı ile ve dünya tarihinde olmayan yüksek bir oranda kabul eylemişti… Yine bu zihniyetin devamı olan bir oluşuma da %48 oranında oy verdikleri rivayet olunur…
Ne diyelim. Eden, bulur… İş ki sadece hak eden ve “ler” cezalansaydı, netekim…
15.1.2009
Lüleburgaz