EKONOMİ KRİZDEYMİŞ… HAY ALLAH!
Günümüz ekonomistlerinin olacakları öngörme yeteneği o kadar gelişmiş ki ülkemizde, 1978 yılında “başlatılan” kapitalist sistemin “yeniden inşası” projesinin son halkasını “kriz” olarak yorumluyorlar.
Okur, ekonomi alanında “bilimsel bilgi” sahibi olmayabilir. Olmak zorunda da değildir. Ne ki ekonomi denilen herzenin ne menem bir şey olduğuna dair de üç beş kelam etmemiz gerekir.
Ekonomi, eski yunanca iki sözcüğün birleştirilmesinden oluşuyor. İlk sözcük, oiko. Ev, mutfak anlamına geliyor. İkinci sözcük ise nomos. Nomos sözcüğünü biz, Araplardan, “namus” olarak aldık. Yani, ekonomi derken evin, “mutfağın namusu” diyoruz. Bunun herkesçe bilinmesinde yarar var…
Bilimsel olarak tanımı ise ekonominin ( burada bir parantez açmak gerekiyor: Günümüzde de devam edegelen tartışmalar vardır ekonominin tanımı üzerinde. Hatta aynı tanımı kabul eden iki ekonomist bulmak bile güçken, ülkemiz üniversitelerinde, ekonomi) “kıtlık bilimi” dir. Açarsak, dünyada gereksinim duyduğumuz “hammadde” az ( en azından ne kadar olduğu ortada, bilinebilir) iken talep ( insanoğlunun sayısının artışıyla beraber) sürekli olarak artmaktadır. İşte, ekonomi de tam burada devreye giriyor.
Ekonomi, “eşitliği sağlama” iddiasıyla hareket ediyor. İşte tam burada ekonomi, “toplumbilim” sıfatı kazanıyor. Yani, sadece hesap kitap değil ekonomi! Hesap edilerek eşitlikçi yapı oluşturma teoremi aynı zamanda. Anlatırken sürekli değindiğimiz “eşitlik” kavramı, siyasal sistemlere özgü bir anlayış değil yani…
Bu yüzden, her sorun, her savaş, her anlaşmazlık, her anlaşma, her buluş ekonomik gereksinimlere yöneliktir.
Gazze de öldürülenler de uzay yarışları da ekonomik “çözüm arayışları” üzerinden hareket eder.
“Ekonomik kriz dedin, bizi keriz yerine koyuyorsun!” mu diyorsunuz? Bir anlamıyla, haklısınız. Ancak derdim, kimseyi “keriz yerine koymak” değil. Asıl derdim, “kimsenin keriz yerine konulmaması.”
Kimse keriz yerine konulmasın diye:
Dünya tarihinde her şey ekonomik değerler ve bu değerlere bağlı kavramlar üzerine kurulmuş. Ne demiştik ekonomiye? Mutfağın namusu… Atalarımız toplayıcılıktan tarıma geçmeden önce de ekonominin tanımı aynı… Tarım toplumu ya da sanayi toplumu olmak, mutfağın namusu tanımını değiştiremiyor.
Tam da burada: Kapitalizmin “eşitlik” kavramı yoktur. Kapitalizmde “rekabet”e bir miktar ve o da zorunluluktan göz yumulur. Kapitalizmin yarattığı toplumsal yapılarda da “eşitlik” görülemez. Kapitalizm, “eşitlik” yerine “eşdeğer” kavramını benimser. Eşitlik kavramını içinde barındırmayan kapitalizm, söylenilen “arz-talep dengesi” kavramıyla değil, aksine, “emeğin sömürüsü” kavramı üzerinde inşa eder kendini.
Gereksinime göre sunum, kapitalizmin iflasına neden olur! Kapitalizm, üretimden gelen sömürü, yani “artık değer” ile kâr sağlar. Bu, ne demek? On kilo buğdaya gereksinim duyduğumuzda, üretimimiz, gereksinim duyduğumuz on kilo buğdaya yönelik olacaktır, değil mi? Bu soruya “evet” yanıtı verenler kapitalizmi bilmiyorlar! Kapitalizm, gereksinim duyulan miktar üretilse de sunulmaması, gereksinim altında sunularak, kendine çıkar sağlaması esasına dayanır. Bu çıkar, “sömürü” demektir… On kilo buğday yerine, diyelim ki sekiz kilo buğday “piyasaya sunuldu”; ne olacaktır? Buğdayın fiyatı, olması gereken değerin üzerinde olacaktır. Sermayesi olanlar sermayeleri oranında buğday alacak, saklayacak, fiyatın artmasını sağlayacaktır… Bu arada yaşanacak toplumsal sorunlarda da suçlu buğdayı olmayanlar olacaktır, elbet!
Peki, kapitalizmde kriz yok mudur?
Kapitalizmin kendisi krizdir! Gereksinim duyulan on kilo buğday yerine sunulan sekiz kilo buğday, toplumda/toplumlarda “huzursuzluk” yaratacaktır. Huzursuzluğun çözümü de bellidir. Savaş!
Savaş, üretim yetersizliğinden çıksa da, sonuçta, üretimi (askeri alanlar dışında) düşüren de bir etkendir. Üretim düştükçe gereksinim artacak, gereksinim arttıkça da savaş şiddetlenecek ve daha geniş bir coğrafyaya yayılacaktır… Bu döngü, halkların daha da yoksullaşmasına, giderek açlık sınırında yaşamasına, giderek açlıktan kitlesel ölümlere yol açar… Halklar öldükçe kapitalizm kâr elde eder…
Bu, işin bir ayağı sadece…
İşin diğer ayaklarından biri “para”, yani “maliye” ile ilgili. İster kapitalizm olsun ister başka bir izm, sonuç değişmez: metanın değişiminde “eşdeğer” bir yapı bulunur. Bir kilo buğday verip bir litre mazot almak gibi… Günümüzde değişim metası olarak “para” kullanılır. Ve her ülkenin parasının “değeri” başkadır. Burada iyi anlaşılması gereken bir durum, olgu var: Para, bir değişim aracıdır. Başka da bir işe yaramaz… Ekonomi, para demek değildir! Para, ekonomi içinde yer alan bir olgudur.
Günümüzde ekonomi, “üretim” üzerinden alınarak sermaye (para) ekseninde algılandığı için, olan biten anlaşılamıyor.
ABD’de başladığı söylenilen “kriz”, “keriz” aldatmacası…
ABD’nin ülke gelirini sağladığı alanlarda herhangi bir sorun, yok… Petrol, silah ya da hububat üretiminde (ya da kontrolünde) bir azalma yok… Zaten, ülke dışında ürettirdiği metalara ait işyerlerinin kapatılması da oldukça “olağan”. ABD, otomotiv sanayini yapılandırmak için uğraştı ve anlaşma sağlanamadı ya… Allah! Kendine ekonomist diyen Prof., Doç., Yrd Doç. önadlı nice ağzının içinde dil olan şahıs, dudaklarını kapamaya vakit bulamadı… Durumun vahametini halkına anlatmak için yanıp tutuşan bu zevat, açtı ağzını, yumdu gözünü… Demirel kadar laf etti… Ne dediler: Dünya ekonomisinin lideri olan ABD’de yaşanan süreç, misliyle ülkemize de yansıyacak… Buna lafım yok! Doğru kelam, vesselam! Ancak, ABD, dünya ekonomisinin liderliğini kaybedeli bir hayli zaman oldu… ABD Merkez Bankası’nın rezervlerinin % 65’i Çin’in… Yanlış okumadınız… Garip mi geldi? Daha garibini söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın rezervleri ABD Merkez Bankası’nda. Açıklayan, TCMB başkanı…
ABD’nin çökmesini duygusal ve ideolojik olarak istesem de şunu biliyorum ABD çökertil”e”mez… Neden mi? Dünyanın en büyük pazarı da ondan… Dünyanın en büyük üreticisi Çin, ABD’nin batmasıyla birlikte, batar… Bunu Çin ister mi? Dünyanın en büyük pazarı ABD’nin çökmesi, Japonya’nın en büyük pazarını kaybetmesi, demek… Keza, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, Türkiye, İsrail, körfez ülkeleri…
Yani, sorun, sunulduğu gibi değil!
ABD maliyesi ülkemizdekine benzemez… Doğu anlayışla algılamak, oldukça zor, neredeyse olanaksızdır… ( Bu cümle şöyle de okunabilir: ABD maliyesi ve ekonomik anlayışını anlayan ve buna uygun yaşayan kişi, doğu kültürü ve üretim ve yaşam biçimini anlayamaz… Velevki doğu ülkelerinden olsun, fark etmez… bkz Fethullahçı iktisatçılar…) Marks’ın bizatihi kendisi “Asya Tipi Üretim Tarzı” (ATÜT) üzerinden yeniden yapılandırdı ekonomik görüşünü… Nivyork Tayms, Marks’ın bu konu hakkında yazdıklarıyla dolu… Ekonomi Prof., Doç., Yrd Doç. önadlı kelâmseverlere duyurulur!
ABD, ekonomik liderliğini kaybetmemek için basit bir operasyon yaptı. Bu operasyon da 1978’de başlatılan sistemin reformunun zarara uğramaması için yapıldı… “Üretim modeli” değiştirilmedi. “üretim yeri” ve “üretim şekli” değiştirildi… ABD topraklarında üretim, kademeli olarak, aşağıya çekildi. Para maliyesi ile de halka bu hissettirilmedi. Ancak, “halka açık” olan ABD Merkez Bankası ( burada bir ek bilgi: ABD’de biri “resmi” diğeri “gayrı resmi” iki merkez bankası var! CFR… Merak edenler araştırsın…) üretimini “fason” olarak yaptırdığı Çin’e de “hazineden” pay aktararak bunu sağladı. Durum anlaşıldığında ise Çin’in ABD maliyesi üzerindeki etkisini “azaltmak” için “banka krizi” yaratıldı. Batan bankalarda ABD halkının hesabı yok… ABD dışındaki ülkelerin merkez bankası mevduat hesapları var… Yani: ABD’de batan bankalar, Türkiye’yi, Almanya’yı, Çin’i, Rusya’yı, İngiltere’yi “hortumladı”.
O halde, neden ABD’de “morgıç kredisi” ile ilgili bir sorun yaşandı? Ve neden “morgıç” ile alınan evlerin % 18’i tahsil edilemediği için krediyi alanların ellerinden alındı?
Burada bilinmesi elzem birkaç nokta var. Şöyle ki: ABD’de “ev sahibi olmak” 1980 sonrası, yani Regan sonrası yeniden yapılandırılmayla başladı. ABD’de müteahhit, bizim bildiğimiz anlamıyla, yok. Orada müteahhit, bir banka/sigorta şirketi adına binanın inşasını üstlenir. Banka/sigorta şirketi yapılan binayı kiraya verir. Böylece, olası zarar en aza indirgenmiş olur… ABD, Rusya’nın dağılmasıyla beraber, “dünya ekonomisinde yeniden yapılanmaya gider.”
( Burada, “söylediklerin arasında “tarihsel tutarsızlık” var!” diye düşünebilir konu hakkında “az biraz bilgi sahibi olanlar”. Az biraz bilgi sahibi olanları bilgilendirelim: İlk olarak, Kapitalizmde “reform” hareketleri daha 1940’ta başlar. 2. Paylaşım Savaşı’nın bitimine binaen de tamamen ABD kontrolüne geçer. Çörçil, konuyla ilgili olarak: “Keşke savaşı kazanmasaydık… En azından, elimizde kalanları kaybetmezdik!” demiştir… Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun da kurulmasıyla birlikte sistem, Kapitalizmin “tek gücü” ABD kontrolündedir artık. Rusya, kapitalizmin karşıtı olduğu söylemiyle hareket ettiği için, ABD ile bazı “bilimsel ve yapısal savaşlara girişmiştir”. Sonuç olarak da ABD, Rusya’nın çökmemesi için Rusya’ya ve Rusya “komünist” iken yardımda bulunmaya başlar. Yardım ederken de bir taraftan “yeni dünya düzeni” kurulmaya ve şekillendirilmeye başlar. Yıl, 1960!
Kenedi suikastı sanırım hepimiz tarafından duyulan bir şeydir. Peki, suikastı CFR’nin para basmasının önüne geçmek ve Rusya ile savaşıp onu yok etmek istediği için hayata geçtiğine dair düşünceler, yabana atılır mı? ABD, o yıllarda dünyada üretilen ürünlerin yarıdan fazlasını tek başına üretip “dağıtıyor”… “Dağıtıyor” diyorum, çünkü savaş sonunda Avrupa’da “pazar” yok… Avrupa’nın “pazar yapılandırması” tamamlandıktan sonradır ki ABD, artık, “üretmek yerine ürettirmek” yolunu tutar. ABD, diyelim Fransa’da kurulan işletmelere en azından “kurucu ortak” olduğu için, Ülkesinde ürettiği ürünleri “iç pazara yönlendirerek halkın refah düzeyini ve GSMH’daki payını yükseltir. Fransa’daki işletmeden de hem “üretim payını” ve hem de kâr ortaklığı hissesini alır. ABD’deki iç pazar iştahı arttıkça, dünyadaki üretimin “kontrol edilmesi, yönetilmesi ve yönlendirilmesi” kaçınılmaz olur. Yıl, 1973! Dünya Bankası, o yıl ne karar almıştır, az biraz bilgi sahibi olanlar bir araştırsın!) Dünyanın ekonomik altyapısının yeniden yapılandırılmasında Hantington’un “medeniyetler çatışması” teoremi çıkar ortaya. Amerika halkı “yerliler ( indian ) dışında” mapus kaçkınları tarafından oluşturulduğu için, ev, vatan, namus gibi kavramları anlayamazlar. ABD derin devleti ( ya da CFR / Code of Federal Regulations) bu durumun farkında olarak ve kendini korumaya devam etmek için bir sistem geliştirir. Sistem, herkesi “kira öder gibi” ev sahibi yapmak üzerine kuruludur. Morgıç derler sistemin adına. Sistemi finanse etmek için de ABD Merkez Bankası tahvillerinden bir fon oluşturulur.
Oluşturulan bu fonlar, “krizde batan ilk iki banka” tarafından dünya pazarına “borsa yoluyla, kredi olarak ya da sigorta fonlarına aktarım” ile sunulur. Günümüzde olduğu iddia edilen kriz, işte burada ortaya çıkar.
Ev sahibi olmak isteyen Amerikalar, ev sahibi olmak için, “morgıç kredisi” alacakları bankaya “teminat” olarak bedelin beşte biri oranında bir miktar yatırır, yatırılan bu para da banka tarafından “işlem hacmi” içine yerleştirildi. Ancak, “işlem hacmi”, yatırılan para olarak dursa da “bedelin tamamı” banka hesabında olduğu “düşünülerek”, banka tarafından kredilendirilirdi.
Yani, almak istenilen mülk, diyelim ki 100 olsun. “Teminat” olarak bunun beşte biri oranı olan 20’yi bankaya yatırıyor, kalanı da “kira öder gibi” ödüyor… ya… banka, aldığı 20’yi ve diğer aldığı taksitlerle “birlikte” evin tamamını da “işlem hacmi” içinde gösteriyor olurdu. 100 olan ev için alınan 20, kredi yoluyla başkasına 100 olarak veriliyor, sonuç olarak ise ortada bulunan 20, 100 ev ve 100 kredi olarak karşımızda duruyordu. Toplamda 200 gösterilen miktar, aslında 20 idi. Kriz denilen mefhum, bu sistemin anlaşılmasından sonra, “piyasalarda oluşan daralmanın bir sonucu”, ve dünyada var olduğu iddia edilen yapılanmanın “iflası” olduğu için, “kriz” denilen bir “sözcük” ortaya atıldı.
Yani: ABD, verdiği 100 krediyi “ev almak için teminat olarak yatırılan” 20 ile verdi. Kalan 80 ise diğer ülkelerin “merkez bankalarından” tahvil karşılığı elde edildi. Bunun açığa çıkmasından sonra Çin, ABD’nin “çökmesinin kaçınılmaz olduğu”nu anladı.
Sonra ne mi oldu?
“Dünya Finans Sistemi”nin kalbinde bir binaya “ müslüman teröristler” uçak indirdi! Bu acıya dayanamayan “ikiz kuleler” çöktü…
Sanırım, garipsediniz. Yoksa “medeniyetler çatışması” denilen şeyi, sadece, “toplumsal” olarak mı biliyordunuz…
Yazıyı okumadan önce “keriz” olanlar, artık şunu biliyorsunuz: “büyük adamlar küçük adam olduğunu bildiği için büyük adam olurlar.*”
*Wilhelm Reich, DİNLE KÜÇÜK ADAM, Çev: Şemsa Yeğin, Payel Yay., I. basım: Şubat 1980