Gözlerini kapadı.
Karanlıkça karşılandığında, düşündüğünü anımsamaya çalıştı; başaramadı. Kalktı. Odanın ışığını kapatarak dışarıdan sızan gece ışığından oluşan gölgeleri izlemeye başladı. Gelip geçen araçların farları gözlerini alıyor, imgeler dünyasına yeni tatlar katıyordu. Birden aklına geldi:
Çok değil, 200 yıl önce düşünülmesi bile yasak olan tanrının aydınlığı, şimdi, bizim hayatımızın beşiği olmuş; yaşayamaz olmuşuz elektrik olmadan... Kim bilir, zamanın herhangi birinde daha neler yaşandı, neler yaşanacak?
Çok öteye gitmemeliyim! diye düşündü. Şu an bile, benim varlığından habersiz ama benle aynı havayı soluyan milyarlarca insan var... Çok şükür, ben hala yaşayanlardanım... Kaçı öldü şu an? Nasıl bir döngüdür bu?
Neredesin şu an? ...
Yoksun şimdi yanımda. Boş gerisi...
Mutfağa gitti. Dolaptan bir bira aldı kendine, balkona yöneldi. Birayı açarken, aşağıda, çöp kutusunu karıştıran bir kedi kaçtı. Bir köpek havladı.
Ne garip! dedi. Ben apartmanda yaşıyorum; oysa hala kaçıyor kedi bir köpeği gördüğünde... Oysa, biz de kaçmıştık birbirimizden! Kedinin köpekten kaçtığı gibi kaçtık hem de... Kaçımız kaçmıyor hala bir köpeği gördüğünde? Kaçımız korkmuyor?
Mağara duvarlarına çizelen resimler geldi aklına birden. Aksiklopedilerde görmüştü. Altamira! geldi aklına. Şimdi İspanya denilen ülkede bulunan ve 30 bin yıl önce resimlerde gölge bulunan ilk yerleşim merkezinin orada, o mağarada bulunduğunu getirdi aklına.
Atalarım 30 bin yıl önce çizmişler resimlerde gölgeyi, ben hala çizemiyorum... Gülümseyerek: Hangimiz daha ilkel! diye geçirdi içinden.
Birasını açtı. Başını gökyüzüne kaldırdı. Geçen uçakların parıldayan ışıkları ilişti gözüne. Acaba, diye düşündü; Altamira'da yaşayanlar görseydi bu yanıp sönen ve yıldızlardan daha yakın ışıkları, neler düşünürlerdi? Görmediler mi acaba? diye de düşündü; ancak, çabuk attı bu düşünceleri kafasından...
Oturdu. Bir yudum aldı birasından.
Durduk yerde, neden çıktı bu kavga! Neredesin şimdi...
Oturduğu yere baktı. Oturduğu, basit bir sandalyeydi. Bir sandalye ne kadar basit olabilirdi... Bunu düşünmeye karar verdi.
Ayrılmışlardı... Kendi de ayrılmalıydı...
Eğildi. Kalktı. Sandalyeyi tek eliyle kavradı birden. Kavradığı gibi havaya kaldırarak incelemeye başladı...
Canımı yakıyorsun! diyen bir haykırış duydu.
Kim var orada? Kim sesleniyor?
Bırak beni! Canımı yakıyorsun!
Kim var orada? Kim sesleniyor?
Ben sesleniyorum! dedi sandalye... Bırak beni, canımı çok yaktın...
Birden dehşete düştü! Sandelyeyi attı elinden. Sandalye düşerken bira şişesine çarpmış, onun da düşmesine neden olmuştu. Şaşkın, ne yapacağını bilmez bir halde etrafına bakındı...
Deliriyor muyum yoksa? diye söylendi... Yokluğunda yok olacağımı hiç düşünmemiştim....
Banyoya yöneldi. Elini yüzünü yıkadı...
Acaba, ilk ne zaman âşık oldu insan? diye düşündü. İlk insan da aşkı biliyor olabilir miydi?
Ansiklopediler geldi aklına. Kitaplığa doğru yöneldi. Vazgeçti. Geri döndü. Hiçbirşey düşünmek istemiyorum! dedi kendine. Hiç bir şey düşünmek istemiyorum!
Bonyoya yöneldi. Sıcak suyu açtı; küveti doldurmaya başladı. Su akarken, soyundu, küvete girdi. Vücuduna çarpan su gevşetmişti. Uyuya kaldı.
Çıplaktı. Herkes çıplak... Hava soğuktu, herkes çıplak... Geceydi. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bulutluydu gece. Açıkalanda, çıklak bir grubun içinde yürüyordu. Yürürken taşlar ve dikenler batıyor, canını yakıyordu. Birkaç kişi bir geyiği taşıyordu. Grubun ardında, gidenleri izliyordu. Onlarla yürüyor, şaşkın bakışlarla çevresine bakıyordu. Yağmur, hafif hafif çiselemeye başladı... Yürüyüş hızlandı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Yönleri bilmediği geldi aklına. Bilse, ne tarafa gittiklerini anlayabilirdi... Askerlikte öğrendiklerini aklına getirmeye çalıştı: Yosunlar, ağaçların kuzeyindedir daima ve hep kuzeyi gösterir çobanyıldızı... çakan bir şimşek, etrafı aydınlattı. O ana kadar farkedemediği bir şeyi gördü: Çıplak bir kadın, yaralı ve çıplak bir adamı taşıyor ve bir başka kadın ağzından çıkardığı bir şeyleri adamın yaralarına sürüyordu... Hayretler içinde, etrafına yeniden bakındı. Etrafta hiç bina görülmüyordu. Ne oldu acaba? diye düşünmeye başladı. Bu adam neden yaralandı? Ve hepsinden önemlisi, neredeyim? Önde giden ve geyiği taşıyan grubun geyiği yere bırakmasıyla çıkan ses, kendine gelmesini sağladı adamın.
Anlamadığı bir ses çıkardı başka bir adam. Daha çok bir bebeğin çıkardığı seslere benziyordu... Herkes ona baktı; bakışlarında bir gariplik vardı... Yabani hayvanlar nasıl bakarsa etrafa, öyle bakıyorlardı. Hayvanat bahçesinde görmüştü bu meraklı ve ürkek bakışları... Hepsi birbirini anlamaya çalışıyordu. Ne zaman ne yapacağını karşı tarafın ve şimdi ne yapması gerektiğini anlamaya çalışıyorlardı. İçlerinden biri bir taş aldı yerden. Havaya kaldırdı... Büyük bir taştı... Yerdeki geyiğe vurmaya başladı... Gidip taşı aldı elinden. İlk olarak ikiye ayırdı taşı; yine böldü; keskinleştirdi iyice... Hayvanı kesmeye başladı. Derisini hayvandan ayıran ilk insana baktı diğerleri... Kesilmiş hayvana saldırdılar birden... Hem birbirileriyle kavga ediyorlar, hem de ısırmaya çalışıyorlardı geyiği... Onları ayırmanın mümkün olmadığını anladı. Bu yüzden, aralarından ayrıldı... Dışarıda, düşen bir yıldırımdan olacak, bir yangın vardı... Sokula bildiği kadar sokuldu ateşe... Yanan bir odun parçasını aldı, koşarak mağaraya döndü... Herkes ateşten korkmuş, hayvanı sahipsiz bırakmışlardı. Odun parçasını yere bıraktı. Geyikten bir parça kopararak ateşe bıraktı; dışarı çıkarak odun, çalı çırpı toplamaya başladı... geri döndü; herkes onu ve yaptıklarını korkuyla izliyor, ne yaptığını anlamaya çalışıyorlardı...
Birinin duvara bir şeyler çizdiğini gördü bir an; diğerlerinden biri, iki elini havaya kaldırdı, öne doğru eğildi belinden.
Sabah.
Güneş, açmış avuçlarını gökyüzünü okşuyordu. Grubun diğer üyeleri daha önce kalkmış, adamı inceliyorlardı...
Adam mağaradan çıktı. Diğerleri de peşinden takip ettiler. Bir şey daha farketti adam; kadınlardan biri ha doğurdu ha doğuracak, hamileydi. Koşarak girdi mağaranın içine. Geyiğin postunu aldı. Hamile kadına yaklaşıp üzerini örttü onunla... Korktu kadın! Kaçtı... Diğerleri ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Post, yerde kalmıştı...
Mağara duvarlarına resim çizen adam iki elini havaya kaldırdı... Belinden eğildi sonra!
Acıkmıştı... Belli, diğerleri de acıkmıştı... Gitti, çevrede yangından kalanları kolaçan etti. Pek bir şey yoktu...
Belli bir süre gitti... Bir de baktı bir arpa boyu yol gitmiş... Peşinden de diğerleri...
Geldikleri toprak, killiymiş... Çevrede de barınacak geniş bir alan yok... Bir çukur kazmış önce. Sonra, çukuru çalı çırpı ile doldurmuş ve üstüne de mümkün olduğunca ince, yassı bir taş koymuş... Suyla karıştırıp killi toprağı onun üstünde kurutmaya çalışmış... Başarılı da olmuş bir kaç denemeden sonra... Kuruyan killeri de çamurla yapıştırarak üst üste koymuş adam... Küçük bir oda yapmış gece olmadan...
İçine girmiş.
Diğerleri yapılan odanın etrafında dönüyorlarmış... Mağarada resim çizene biri daha katılmış...
Bulundukları yerin çevresinde fazla av hayvanı kalmamış. Adam, yabani bitkileri ekmeye başlamış... Ekme işlemi zor olduğundan, yakaladığı bir yak'ı beslemeye başlamış... Yak, başta nazlandıysa da sonra sütünü sunmaya ikna olmuş!
Adam, ateşte eriyen toprağın bıraktığı bir sert cisim farketmiş. Bu demir olsa gerek demiş... İşlemeye başlamış demiri, mahirleşmiş... Ve topraktan da çeşit çeşit kap kacak yaparken onu izleyen diğerleri de başlamışlar... Yalnız, sadece kadınlar bir şeyler yapmaya çalışıyorlarmış...
En çok da kendilerini yapıyorlarmış... Şişman ve üzüm salkımlı memeleriyle!
Derken, adam alıştığını hissetmiş oraya... Şunu da farketmiş yalnız, yaşam, mağaradan oldukça farklılaşmış... Aynı yerde kalmamaya başlamışlar mesela... Ve kadınlar arası kavgalar da başlamış...
Ve bir kadın edinmiş kendine adam... Bakirelerden! Hawa demiş kadına!
Gereksinimleri, yaratmış el aletlerini...
El aletleri de ürettiklerini...
Gidenler olmuş adamın grubundan... Yeni doğanlar oldukça, gidenler de oluyormuş... Ve mağara duvarları yerine çanak çömleğe ve yapılan binaların içine çizilir olmuş günlük hikayat!
Ellerini kaldırıp belinden eğilmeyenler düşünür olmuş...
Ve elini kaldırıp eğilenler arasında oluşan kast, adama gitmiş birgün: Eğer bizimle anlaşmazsan, kovdururuz seni; diğer eğilmeyenler gibi... Yok, uzlaşırsak eğer kral deriz sana ve tanrı ilan edersin kendini...
Cazip gelmiş adama... Yönetenlerin yöneticisi olacağını sanmış...
Aldatıldığını çabuk anlamış... Elleri kolları bağlı; herşey, ellerini kaldırıp belinden eğilenlerin kontrolündeymiş çünkü...
Karar vermiş: Madem onlar bunu istediler; ben de onları bölerim! diye düşünmüş... Bir soru atmış ortaya bir gün: Neden, demiş, hepiniz aynı eğilmiyorsunuz? Merak ettim...
Bu soru, ayrımı olmuş ellerini kaldırıp eğilenlerin...
Adam; Ben, güneşin oğluyum! demiş sonra... Bundan sonra bensiz olmayacak tapmalarınız...
Bu olaydan sonra kenara itildiğini anlamış Hawa! Kendini nasıl koruyacağını düşünmeye başlamış...
Gece, yıldızların hareketlerinden ve bitkilerin renk değiştirip hayvanların gelip gitmesinden işkillenen kimileri; sorularını yanıtlamaya başlamışlar...
Yanıtlandıkça sorular, daha bir gür olmuş ekilenler...
Adam, ne yapacağını düşünürken; biri gelip huzura:
İşte! demiş, bunun adı para...
Adam, ellerini kaldırıp eğilenler ve parayı getiren ile koruyucularının silah kullananları birlikte yönetmeye ve birbirilerini ötelemeye başlamışlar o zaman...
Diğer tarafta ise kovulan ama içlerine almak zorunda kaldıkları düşünürler...
Hawa ile yaptıkları kavgaların birinden sonra, hışımla ayrılmış adam...
Gitmiş odasına yatmış...
Kaç zaman geçti üstünden, bilinmez; üşüdüğünü hissetmiş adam. Gözünü açtığında hafif, havanın aydınlandığını farketmiş... Dışarıdan gelen sesler, bir öfkenin ifadesiymiş... Derken, kapı açılmış... Karşısında, öfkeyle bakan kadın: Ben senin için, yaşadıklarımız için kaç gecedir uyuyamayayım; sen, sabahlara kadar iç, kır sağı solu sonra zıbar banyo köşelerinde!
Gitmemek için gelmiştim! Sana gelmiştim ama... Haketmemişsin beni! Anladım... Bundan sonra, düşme peşime! istersen, avukatımla görüşürsün...
Avukatın mı? diye sorabildi adam...
Evet! Avukatım... İyi ki arayıp vazgeçtiğimi söylememişim! Ne halin varsa gör!
Kapanan kapıdaki aynada kendini gördü, ayakta ve çıplaktı!